Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman için Ramazan ve Kurban Bayramı, sadece dini birer gün değil; kimliğimizin, kültürümüzün ve aile bağlarımızın somutlaştığı müstesna zamanlardır. Ama her yıl bu özel günler geldiğinde ne yazık ki aynı manzarayla karşılaşıyoruz: Bayram sabahı işine gidenler, büyüklerin elini uzaktan öpenler (arayanlar), “Bugün maalesef çalışıyorum” cümlesini telefonun diğer ucundan fısıldayanlar…
Oysa yıl içerisinde hepimiz bir şekilde izin almayı başarıyoruz. Kimi tuttuğu takımın maçına gitmek için, kimi çocuğunun doğum günü kutlaması için, kimi kısa bir hafta sonu tatili için iş yerinden izin talep ediyor ve çoğu zaman da bu talepler karşılanıyor. Ama konu bayramlara gelince, sanki o hakkımızı savunmaya çekiniyoruz. Sanki bu günlerin değeri, başkaları nezdinde bir anlam ifade etmediği için bizim için de önemsizleşmiş gibi davranıyoruz.
Bayram, adına yakışır şekilde **“bayram”**dır. Ailelerin birlikte kahvaltı yaptığı, çocukların sabah erkenden kalkıp bayramlıklarını giydiği, büyüklerin dualarla anıldığı, küçüklerin şekerle, harçlıkla sevindirildiği bir gündür. Bu kültürün taşıyıcısı biziz. Eğer biz sahip çıkmazsak, nesiller sonra “nerede o eski bayramlar” diye hayıflanmak bile lüks olacak.
İzin almak bir haktır. Bu hakkı kullanmak da bir duruş meselesidir. İşyerlerinde açık yüreklilikle “Bugün bizim bayramımız, ailemle birlikte olmak istiyorum” demek, hem inancımıza hem de kültürel kimliğimize saygı göstermek anlamına gelir.
Unutmayalım: Bayram günü iş yerinde sessizce çalışmak, sadece bir günü kaybetmek değil, bir mirası da zayıflatmaktır. O yüzden gelin, bayramlarımızı sadece mesajlarla değil, birlikte geçirilen vakitlerle kutlayalım. Kültürümüze, değerlerimize ve çocuklarımıza bu güzellikleri miras bırakalım.
Çünkü bu bizim bayramımız. Ve bayram, birlikte güzel.