Biz toplum olarak nedense konuşma ve susma kavramlarının erdemine tam vakıf değiliz. O yüzdendir belki ki; nerede susacağımızı ve nerede sesimizi yükselteceğimizi bilememe gibi kadim özelliklerimiz var genlerimizde.
“Konuşmak gümüşse, susmak altındır” bizim topraklarımızda! Oysa konuşmak, direnmek, bazen haykırmak, bazen mücadelenin kelimelere bürünmüş halidir batı toplumlarında.
Konuşmak veya susmak, yerine göre bir savunma değil, bir sığınaktır oysa.
Durup düşünmeliyiz: Gerçekten ne anlamamız gerekiyor burada?
Oysa gerçekten haklı olan biri, neden konuşmaktan çekinsin? Neden açıklamaktan korksun? Öte yandan gerçekten haklı bir görüşe sahip olan, neden susarak, “beni ilgilendirmez” diyebilsin?
Bu tavır, göründüğünden çok daha kırılgan bir zemine dayanır. Ve o zemin çoğu zaman çocuklukta döşenir.
Çünkü suskunluğu erdem sanmak, konuşmayı suç bilmek, yüzleşmeyi tehdit gibi görmek—bunlar bireyin kendi sesiyle tanışmasına izin verilmediği bir çocukluk geçmişinin izleridir.
Çocukken sürekli susturulan bir birey, yetişkinliğinde de konuşmaktan korkar.
Bu söz aslında savunmadan çok, bir sığınaktır.
Çocukken sürekli susturulan bir birey, yetişkinliğinde de konuşmaktan korkar.
Duygularını ifade etmesi engellenen çocuk, büyüdüğünde en çok duygudan uzaklaşır.
Sürekli “sus”, “ayıp”, “büyüklere laf söylenmez” gibi baskılarla şekillenen bir bilinç, yetişkinliğinde “itiraz etme”, “konuşma”, “karışma” refleksine dönüşür.
Ve bu bastırılmışlık zamanla başka bir forma bürünür:
Kibir. Umursamazlık kisvesi. Yapay bir “bana ne” tavrı.
Oysa o yüzeyselliğin altında çoğu zaman çarpan şey, görülme arzusu ile reddedilme korkusunun çarpışmasıdır.
Bir de umursamamak, dikkate almamak ve bildiğini okumak vardır bizim kültürümüzde!
Sıkça alıntılanan “it ürür, kervan yürür” cümlesi bile aslında anlamından koparılmıştır.
Doğada köpekler sebepsiz yere havlamazlar. Onlar tehlikeyi sezerek haber verir, savunurlar, uyarırlar. Bu ses, kaosun değil farkındalığın sesidir.
Ama biz ne yaptık?
Uyarıyı küçümsedik. Havlamayı aşağıladık. Ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi “yolumuza devam ediyoruz” dedik.
Oysa o yol, çoğu zaman bir kaçıştan ibaretti.
İşte bu yüzden tekrar sormak gerekiyor:
Gerçekten kervan yürüyor mu? Yoksa sadece susanlar birbirinin tozuna mı karışıyor? Ve o tozun içinde ne hakikat kalıyor, ne insaniyet?
Sorgulayanı aşağılayan, konuşanı düşman belleyen, duygularını dile getirenin üstünü çizen bir toplumda “güven”in ne anlamı kalır?
Güven açıklama ister. Saygı, yüzleşmeyle büyür. İnsanlık ise susarak değil, konuşarak korunur.
Ama biz, duvarları konuşmayanlardan ördük. Konuşanı değil, geçiştireni “olgun” sandık. Ve böylece, hakikate değil, sahte bir huzura yatırım yaptık.
Toplumun en sık başvurduğu, ama en az sorguladığı cümlelerden biri. Ne zaman biri bir ithamla, eleştiriyle ya da sorgulamayla karşılaşsa, hemen bu cümle devreye girer.
İlk bakışta, sanki özgüvenli bir duruş gibi görünür. Umursamazlık, kendine güven, sakinlik…
Ve:
“İt ürür, kervan yürür” diyerek geçiştiren, çoğu zaman yürüyen bir kervan değil; üstü örtülmüş bir çürümedir.
Bu söz, yüzleşemeyenin sığ sığınağıdır.
Gerçekten haklı olan, lafı itlere bırakmaz; çıkar, anlatır, gerekirse hesap verir.
Sadece suça ortak olan susar.
O yüzden bazen kervan yürümüyor, sadece cesaret yoksunları birbirinin tozuna karışıyor.
Ve geride ne hakikat kalıyor, ne insanlık.
Sonuç olarak mesele sadece bir sözün etrafında dönmüyor.
Bu, bir toplumun kendisiyle yüzleşip yüzleşemediği sorusudur.
Bu, bireylerin kendi geçmişleriyle barışıp barışamadığı sorusudur.
Ve bu, çocukken susturulmuş bir sesin, yetişkinlikte yankıya mı yoksa yankısızlığa mı dönüşeceği sorusudur.
Konuşmak cesaret ister.
Ama daha da fazlası, dinlemeyi bilmeyi gerektirir.
Kendini duymayan biri, başkasını da duyamaz.
Ve işte bu yüzden, biz önce kendimize kulak vermeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü bir gün biri çıkar ve sadece şunu sorar:
“Gerçekten umursamıyor musun? Yoksa sadece yüzleşmeye cesaretin mi yok?”
– Gülhan Meşeli
Sokrates der ki: “Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez.”
Ama susturulmuş bir hayat, hiç yaşanmamıştır.
Ve aslında sorun; pekala kervanlar yürümeye başladığında, itlerin ürümemesi olabilir!