info.meseliguelhan @ gmail.com

“Ne ekersen, onu biçersin.” Eskilerin bu sözü yalnızca tarlada değil, insan yetiştirmede de geçerlidir. Ama belli ki bu ekim işi bir yerde eksik kalmış; karşımızda yaş alıyor, boy uzuyor, baba oluyor… ama hâlâ büyüyemeyen bir nesil var. Dışarıdan yetişkin gibi görünseler de, içinde hâlâ kendi işini halletmek yerine annesini arayan bir çocuk duruyor.

Biz anneler bir durup düşünelim: Oğlumuz evde hiçbir sorumluluk almadan, her işi bizim tamamladığımız bir düzenin içinde büyüyorsa, yetişkin olduğunda hayatın yükünü nasıl taşıyacak? Biz onun yerine ödevini hatırlatıyoruz, çantasını hazırlıyoruz, sorunlarını çözüyoruz… Peki o, büyüyünce kendi hayatını nasıl yönetecek?

“Eskiden de böyleydi,” diyebilirsiniz. Haklısınız. Geleneksel düzenlerde erkek çocuklar ayrı yetiştirilirdi; duygularını göstermek, evin işleyişine karışmak beklenmezdi. Ama bir fark vardı: O erkekler büyüyünce en azından ailesinin sorumluluğunu taşırdı. Duygusal açıdan olgun olmayabilirlerdi, ama hayatın yükünü omuzlamayı bir şekilde öğrenirlerdi.

Bugün ise tablo farklı. Enerjiler değişmiş gibi; yeni nesil erkekler “prens” gibi yetiştiriliyor. Hiçbir yük taşımadan, her sıkıştığında annesi tarafından kurtarılan çocuklar… Büyüdüğünde eşine nasıl ortak olacak? Hayatın direksiyonuna geçmeyi öğrenmeden, ilişkilerde güveni ve empatiyi nasıl kuracak?
İronik olan ne biliyor musunuz? Çoğu anne kendi eşinden şikâyet ediyor: “Beni anlamıyor, bana yardım etmiyor.” Ama dönüp bakınca aynı hikâyeyi oğluna da yazan yine anne. Döngü böyle devam ediyor.

Büyüyemeyen erkeklerin sorumluluğunu sadece annelerine yüklemek kolaycılık olur. Çünkü kendi hayatlarının direksiyonuna geçebilirlerdi. Ama ne yapıyorlar? Yüzleşmek yerine kaçıyor, sorumluluğu ertelerken rahatlığı tercih ediyorlar. Çocukken oyuncağı kırıldığında “Zaten bozuktu” dedikleri gibi, yetişkinlikte işini kaybettiklerinde “Patron beni anlamadı” diyorlar. Hep mağdur rolünde, sorumluluk almak neredeyse hiç yok.

Büyüyememek bir alışkanlık. Tıpkı yemek yapmayı bilmeyip her gün sipariş veren biri gibi… Kısa vadede kolay, ama uzun vadede hem duygusal hem de sosyal olarak insanı zayıflatıyor. Çocuk kalmak eğlenceli görünebilir, ama bir süre sonra yalnızlık getiriyor. İlişkilerde tablo daha da net:

· Tartışmalarda sorumluluk almak yerine “Ben böyleyim” diyorlar.
· Partnerinin duygusal ihtiyacına kayıtsız kalıyorlar: “Sen fazla abartıyorsun.”
· Problemler karşısında iletişim kurmak yerine kaçmayı seçiyorlar.

Sonuç? Güvensizlik, kırgınlık, kopukluk… Karşımızda yaşça yetişkin ama hâlâ çocuk kalmış biri duruyor; eşinin, partnerinin ya da çocuğunun beklentilerini karşılamak bir yana, kendi hayatını yönetmekte bile zorlanıyor.
Erkeklerin büyüyememesinin temelinde hem toplumun çarpık öğretileri hem de kişisel korkuları yatıyor. Bir yanda “Erkek adam güçlü olur” baskısı, diğer yanda “Duygularını yönet” beklentisi… İki uç arasında sıkışan, sorumluluk almaktan kaçan bir tablo ortaya çıkıyor.

Büyümek bir seçim. Hayatın yükünü taşımayı, sorumluluk almayı ve hatalarla yüzleşmeyi seçmek gerekiyor. Yoksa bir nesil daha büyümeyi unutacak; karşımızda yaşça büyük ama zihnen çocuk kalmış insanlar dolu olacak.
Ve belki de en önemlisi: Gerçek olgunluk, sadece yaşla değil, sorumluluk almayı göze almakla gelir. Büyüyen insan hatalarını kabul eder, ilişkilerinde adım atar ve kendi hayatının yönünü çizer. Yoksa büyümek hep bir hayal olarak kalır; ilişkilerde, hayatta ve kendi içinde hep eksik bir yer bırakır.

Gülhan Meşeli