info.meseliguelhan @ gmail.com

Kimse sabah uyanıp silah kuşanmaz.
Hiçbir genç, bir anda hayattan tüm umudunu kesmez.
Toplumsal trajediler, ani bir kırılmanın değil, uzun süreli bir ihmalin ve baskılanmış duyguların sonucudur.
Görünürde aniden patlak verirler; oysa belirtileri çok daha önceden başlamıştır.
Bu, sosyolojik literatürde “görünmeyen birikim” (latent accumulation) olarak tanımlanır.
İhmal edilen duygular, bastırılmış sorular, karşılıksız kalan bağ kurma çabaları…

Tıpkı sessizce ilerleyen bir dejeneratif hastalık gibi.
Ya da içten içe çürüyen bir ağacın, sıradan bir fırtınada kökünden devrilmesi gibi.
İşaretler hep oradadır:
Azalan sözcüklerde, kapanan kapılarda, dogmalarla doldurulmuş çocuk zihinlerinde, sessizleşen odalarda…

Ve sonra bir haber ekranlara düşer.
Şaşırırız. Üzülürüz. Belki öfkeleniriz.
Ama kısa süre sonra gündem değişir. Hayat devam eder.
Sanki bu, sadece o çocuğun hikâyesiymiş gibi.

Oysa değil.
Bu, toplumun tamamını ilgilendiren yapısal bir çöküşün dışavurumudur.
Çünkü yalnızlık, yabancılaşma ve bağsızlık; bireysel değil, kolektif üretimdir.
Ve bu üretimin aktörleri yalnızca aileler ya da okullar değil; devlet, medya, dini yapılar, eğitim sistemi ve sosyal normlardır.

Kökü Zedelenmiş Bir Fidanın Sağlıklı Büyümesi Beklenemez
Eğer bir fidan, besin değeri düşük bir toprağa dikilmişse, yeterince güneş alamıyorsa, düzenli sulanmıyorsa; ondan meyve beklemek irrasyonel bir tutumdur.
Ve meyve vermediğinde, sorumluluğu ağaca yüklemek adaletsizliğin tanımıdır.
Tıpkı çocuğun davranışsal çıktılarının, gelişimsel koşullardan ve maruz kaldığı bilişsel yüklerden bağımsızmış gibi değerlendirilmesi gibi.

Bir çocuğun “kökü” nerededir?
Ebeveynle kurduğu güven ilişkisinde.
Okulda isminin yalnızca yoklamada değil, değerle anıldığı bir sistemde.
Mahallesinde kendini güvende hissedeceği bir sosyal ağda.
Ve en önemlisi, maruz kaldığı bilgilerin sorgulanabilir, anlamlı ve içselleştirilebilir olduğu bir düşünce ikliminde…

Ancak bu kökler zedelenmiş durumda.
Araştırmalar, çocukların duygusal gelişimini olumsuz etkileyen temel faktörler arasında; huzursuz ev ortamları, ekonomik stres, dijital yalnızlık, anlamsız müfredat ve korku temelli inanç kalıplarını sayıyor (UNICEF, 2023; OECD, 2022).
Bugün hâlâ birçok çocuk, duygularını ifade etmeyi öğrenemeden, sorgulamadan ezberlemeyi “başarı” sanarak büyüyor.
Kimi zaman dini, kimi zaman kültürel inançlar; çocuğun yaşam sevinci değil, yaşam korkusu üzerinden içselleştiriliyor.
Ve bu korku; düşünmeyi değil, boyun eğmeyi öğretiyor.

Eğitim sistemi ise hâlâ yarış temelli ve dışsal motivasyon odaklı.
Rehberlik hizmetleri, çoğu zaman bürokratik sınırlamalarla etkisiz hâle geliyor.
Terapi ve danışmanlık hizmetleri ya ekonomik olarak erişilemez ya da ideolojik sınırlarla çerçevelenmiş durumda.

Sonuç olarak:
İmkân varmış gibi görünen ancak yapısal boşluklarla dolu bir sistemin içerisindeyiz.
Ve bu sistem, çocukları görüyormuş gibi yaparken, aslında yalnız bırakıyor.4
“Bu Kadar Destek Varken Neden Hâlâ Bu Haberleri Görüyoruz?”

Çünkü destek sistemlerinin varlığı ile etkisi arasında ciddi bir kopukluk var.
Yapılar var ama etkileşim yok.
Mekanlar var ama ilişki yok.
Veri toplanıyor ama bağ kurulmuyor.
Ve daha önemlisi: Düşünce üretmeyen bir bilgi aktarımı modeli, çocukları sadece itaat eden bireylere dönüştürüyor.

Bir çocuğa sadece yemek verilirse, o çocuk doyurulmuş olur ama beslenmiş sayılmaz.
Bir çocuğun sınav sonuçlarına odaklanıp duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelirseniz, başarılı ama bağsız bireyler yetiştirirsiniz.
Eğer bir çocuğa, yaşamı sorgulamak değil, olduğu gibi kabul etmek öğretilirse; düşünmeyi değil, boyun eğmeyi ödüllendirirsiniz.
Ve bağ kuramayan, düşünen zihni cezalandırılmış bireyler, kriz anlarında yalnızca kendi iç dünyalarına değil, topluma da yabancılaşır.

Dolayısıyla sormak gerekir:
Bu çocuğu nerede kaybettik?
Evde mi?
Okulda mı?
Mahallede mi?
Yasada mı?
Müfredatta mı?
Yoksa korku temelli inançlarda mı?

Sonuç
Toplumsal travmalar, bireysel patolojiler gibi ele alınamaz.
Her çocuğun yaşadığı kriz, aynı zamanda sistemin bir yansımasıdır.
Göz ardı edilen her sessizlik, duyulmayan her ihtiyaç, ezberletilen her dogma; ileride karşımıza çok daha büyük bir kırılma olarak çıkacaktır.

Gerçek dönüşüm, yalnızca yapılarla değil, yapılar içindeki ilişki kalitesi ve düşünce özgürlüğü ile mümkündür.
Ve bu bağ kurulmadıkça, her “şaşırtıcı haber”, aslında bizim için şaşırtıcı olmaktan çıkacaktır.

— Gülhan Meşeli

“Çocuklar, toplumun en hassas barometresidir. Onların sessizliği, bizim duymadığımız fırtınalardır.”
— Urie Bronfenbrenner