Eskiden “dost meclisi” denince bir sandalye çekilirdi. Şimdi herkes birbirinin sandalyesini çekiyor ama otursun diye değil, düşsün diye. Ne demişti büyüklerimiz? “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” Şimdi kahveyi içer içmez çöpe atıyoruz, hem bardağını hem hatırını. Kahve falına bile bakan kalmadı, herkes birbirinin yüzüne bile bakmıyor.
Bir zamanlar dostluk dediğin, bayat ekmeği ikiye bölmekti. Şimdi biri seninle ekmeğini paylaşsa, “acaba ne istiyor?” diye paranoyaklaşıyoruz. İyilikler delilik, samimiyet saflık sayılıyor. Yani özetle: değerlerimizi o kadar uzun süre rafta beklettik ki, şimdi hepsi son kullanma tarihini geçti.
Tüketiyoruz. İnsan değiliz sanki, sanayi tipi öğütücüyüz. Duyguları, ilişkileri, dostlukları, hatta kendimizi bile tüketiyoruz. “Kendime yeterim” diyenlerin suratı, yalnızlıktan buruşturulmuş çarşaf gibi. Tamam, kendi kabuğuna çekil… ama unutma, salyangoz da kabuğunda yaşar, ve hâlâ bir yere varamamıştır.
Artık arkadaşlık, “story”e emojili tepki vermekten ibaret. Dertleşmek, “görülmüş”e dönüşmüş bir ayin. Kimsenin kimseyi dinleyecek sabrı yok. Varsa yoksa karşı tarafı susturup kendi repliğini patlatmak. Halbuki dostluk biraz da susabilmekti. Hem susmak hem kalabilmekti.
Hepimiz insanız diyoruz ama birimizin hatası, diğerinin linç girişiminde fırsat bonusu oluyor. Küçük yanlışlar büyüteç altında incelenirken, koca iyilikler unutulmuş bir defterin arasında kurumuş çiçek gibi kalıyor. Kimse demiyor ki: “O da insan, bir kere hata yaptı, ama on kere gülümsetti.” Biz daha çok şunu diyoruz: “Bir kere yanlış yaptı, artık on yıl yok sayabilirim.”
Merak ediyorum, bu kadar harcadığımız ilişkilerin, attığımız insanlıkların, unuttuğumuz hatırların, bastığımız duyguların faturası ne zaman kesilecek? Ve daha önemlisi: Aynaya ne zaman gerçekten bakacağız? Yoksa biz aynayı da mı “filtreli” hale getirdik?
Birbirimizi olduğu gibi sevmeyi bıraktık. Herkes herkesi ya düzeltiyor, ya eleştiriyor, ya da tamamen siliyor. Kimse “Acaba bu insanın da bir derdi var mı?” diye sormuyor. Sanki biz mükemmeliz de, diğerleri kusurlu.
Halbuki insan dediğin… eksiktir. Ve güzel olan da budur. Çünkü dostluk, o eksik yerleri birbirine denk getirmekle ilgilidir. Tencere kapak meselesi değil bu. Bu, içi boş kalmış bir insanın, bir başka içi boş kalmış insanla birlikte dolmaya çalışmasıdır.
Dostluk lüks değil, ihtiyaçtır. Gülmek için, ağlayacak bir omuz bulmak için, en önemlisi, yoldan çıkmamak için. Tek başına yürüyenlerin ayak sesleri uzaktan çok havalı gelir ama içi hep yankıdır, bilene.
Varsın zaman değişmiş olsun. Varsın değerler yıpranmış, hatırlar yıkanmış, sohbetler “görüldü”ye gömülmüş olsun. Ama unutmayalım: Dostluk, hâlâ insana insan olduğunu hatırlatır.
Ve bazı kahvelerin gerçekten kırk yıllık hatırı değil, kırk yıllık hayatı vardır. İçebilene…
Gülhan Meşeli