Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Soner Tauscher, 11 Eylül saldırılarının dünya için bir dönüm noktası olduğunu ve bu saldırıların İslam algısını nasıl değiştirdiğini kaleme aldı.
***
11 Eylül 2001'de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) New York şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kulelerine ve Washington’da bulunan Pentagon’a yönelik düzenlenen terör saldırılarından 23 yıl sonra dünyanın önemli bir kısmında Müslümanlara ve İslam dinine yönelik önyargı, ayrımcılık, ötekileştirme hatta düşmanlığa varan davranışlar şiddetle birleşmiş durumdadır.
İslamofobi nasıl doğdu?
Günümüzde Müslümanlara ve İslam'a karşı geliştirilen düşmanlığın yani İslamofobi'nin kökeni 2001'den çok daha öncelere uzanıyor. İslam toplumlarının 8. yüzyılda Hristiyanlarla karşılaşmalarından itibaren 12. ve 14. yüzyılda Haçlı seferlerinin gerçekleşmesine kadar geçen sürede Batı'da İslam’a ve Müslümanlara önyargı barındıran korku ve düşmanlık gelişti.
Endülüs’ün fethi ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın doğusunu yönettiği süre zarfında önyargılara, hurafelere ve iftiralara dayalı İslam düşmanlığının hem toplumsal hem de siyasi temelleri atıldı. İki Dünya Savaşı arasında antisemitizm Batı düşünce dünyasında yerleşik olan İslamofobi’nin yerini alsa da 1979'da İran'da yaşanan devrim, Avrupa’da milyonları bulan Müslüman "misafir" işçilerin varlığı ve Sovyetler Birliği’nin 1991'de dağılması Müslümanların ve İslam'ın yeniden ötekileştirilmesine sebep oldu.
1973 Petrol Krizi’yle beraber Avrupa’da yaşanan ekonomik sorunlar Türklerin ve Müslümanların ötekileştirilmesi ve dışlanmasını artırdı. Bunun sonucunda, 1980 yılında Almanya’da ilk kez bir Türk vatandaşı Neonaziler tarafından öldürüldü. Almanya özelinde Türklere yönelik cinayet ve terör faaliyetleri her yıl artmaya devam etti. Müslümanların kaldığı evler ve mülteci kampları kundaklandı.
90’lı yıllarda yaşanan Çeçenistan ve Bosna Savaşları da Batı'nın, İslam düşmanlığını beslemesinde önemli rol oynadı. Bunun yanında çok bloklu hale dönüşen uluslararası ilişkiler küreselleşmeyi beraberinde getirdi ve gelişmekte olan Müslüman ülkelerden Batılı ülkelere emek ve öğrenci göçü ciddi şekilde arttı. Bu artışla birlikte daha homojen ve içe kapanık olan Hristiyan toplumlar sadece medyadan ve tarih kitaplarından önyargılı bir şekilde tanıdıkları Müslümanlar ile birlikte yaşamaya başladı. Bu süreçte, her ne kadar "İslam’ın Hançeri" (1979), "Medeniyetler Çatışması" (1996) benzeri çalışmalar, Müslümanları saldırgan ve terörist olarak gösteren video oyunları ve filmler çokça üretilse de hiçbiri günümüz İslamofobi’sinin üretilmesinde 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında siyasiler, entelektüeller, akademisyenler ve medya tarafından yürütülen düzenli İslam düşmanı söylemler kadar etkili olmadı.
İslamofobi tüm dünyaya ihraç edildi
Dönemin ABD Başkanı George Walker Bush 11 Eylül saldırıları akabinde yaptığı konuşmada küresel olarak terörizme savaş açtıklarını dile getirdi ve bu savaşı da Haçlı seferlerine benzetti. Bush böylelikle yüzlerce yıllık önyargı, nefret ve ötekileştirme düşüncesini tekrar gün yüzüne çıkardı. Bush, "Terörle Savaş" adı altında kendi doktrinini dünyanın geri kalanına dikte ettirmeye çalıştı. Doktrine göre, ABD’nin "terörle" olan mücadelesinde tüm ülkeler ABD’ye destek vermek zorunda bırakıldı.
Böylece, ABD ile "terörist" olarak gösterilen Müslümanlar arasında dünya çapında bir "savaş" başladı. ABD ilk olarak 2001'de Afganistan’ı, 2003'de de Irak’ı işgal etti. Bu ülkelerde ve çevre bölgelerde meydana gelen otorite boşluklarıyla oluşan yeni terör örgütleri küresel boyutta eylemler gerçekleştirdi. Eylemlerini İslam devleti kurma adına yaptıklarını beyan eden bu örgütlerin eylemleri ve söylemleri ABD ve Avrupa devletleri tarafından kolayca benimsenerek "İslami Terörizm" kavramı yaygınlaştırıldı ve Müslümanlar şiddet yanlısı, insan haklarına ve demokrasiye düşman teröristler olarak gösterildi. Ayrıca, 2008'de yaşanan finans kriziyle birlikte orta sınıfın maddi sıkıntıya girmesi de dünyada İslamofobi’nin yükselmesine sebep oldu.
Avrupa ve ABD toplumlarının önemli bir bölümü yaşadıkları ekonomik sorunların temel nedeni olarak özellikle Müslüman göçmenleri ve elitlerin hükmettiği demokratik kurumları gördü. Toplumlar aşırı sağ fikirler ve partilere olan desteğini de gün geçtikçe artırdı.
Avrupa ideolojik yelpazesinde bulunan sağdan sola hemen hemen tüm partiler ve sivil toplum kuruluşları (STK) benzer söylemleri kabullenip, merkez konumlarını kaybederek marjinalleşiyor. İslamofobi’nin yansıması olarak medyada Müslümanlara karşı karikatürler ve nefret söylemleri, Kur’an-ı Kerim yakma eylemleri artarken beraberinde şiddet ve terör eylemleri de yükseliyor. En çok Müslüman barındıran Avrupa ülkelerinden biri olan Almanya’da Müslümanlara yönelik 2001 yılında 980, 2008 yılında 1113, 2015 ve 2016 yıllarında ise sırasıyla 1485 ve 1698 aşırı sağ kaynaklı şiddet olayları yaşanmıştır. Aynı yıllarda aşırı sağ motivasyonlu suç sayısı 2001’de 14 bin 725, 2008’de 20 bin 422, 2015 ve 2016 yıllarında ise sırasıyla 22 bin 960 ve 23 bin 555 şeklinde gelişmiştir. Benzer bir durum 2017 yılında aşırı sağ gruplara katılma potansiyeli olan 24 bin kişi sayısının, 2021 yılında 33 bin 900’e çıkmasıdır.
Ancak tarihsel İslam düşmanlığından ayrı olarak İslamofobi’nin arttığı tek bölge Avrupa ya da ABD gibi Batı dünyası değildir. ABD, "Teröre Karşı Savaş" söylemiyle İslamofobi’yi tüm dünya ülkelerine ihraç etmeyi başardı. Myanmar’da Rohingyalar’a, Hindistan’da Müslümanlara, Çin’de Uygurlara yapılan zulümler, Almanya, Kanada, Sri Lanka ve Yeni Zelanda’da yaşayan Müslümanlara ve camilere yönelik gerçekleştirilen terör saldırıları ve son olarak İsrail’in Filistin’de yaptığı soykırım ve Batı'nın İsrail’e verdiği koşulsuz destek göz önüne alındığında İslamofobi’nin artık küresel bir fenomen haline dönüştüğü görülüyor.
[Dr. Soner Tauscher, Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]